14 Ağustos 2012 Salı

The Oxford Murders


 
Konuşulamayan ve üzerine mantık yürütülemeyen konularda susulmalıdır!"

Hayatım boyunca hep matematik oyunları yapmak istemişimdir. Çözümü sayfalarca süren matematik hesapları içerisinde boğulmak. Ama hiçbir zaman istediğim düzeyde matematik zekaya sahip olamadım. Gerçi üniversitede iken Matematiksel İktisat adında bir ders için çözümleri yaklaşık altı sayfa süren sorular çözmüştüm ama onlarda mantık çerçevesinde değil tamamen ezbere dayanan çözümlerdi. Bu yüzdendir ki borsa, finans gibi iş alanları okuduğum bölümle ilgili olsa da herhangi bir mühendislik bölümü bitiren biri benden daha avantajlı oluyor.

Pi, A Beautiful Mind, Zodiac tarzı filmlerde karakterlerin filmdeki olayları rakamlar ve semboller ile çözmeye çalışmaları hep hoşuma gitmiştir. The Oxford Murders bu saydığım filmler kadar başarılı olmasa da istenilen havaya biraz da olsa yakalıyor.

Sinefiller yönetmen Alex de Iglesia’yı The Day of the Beast filminden bilirler. Açıkçası benimde izlediğim tek filmi bu. Bu filme göre The Oxford Murders oldukça vasat. Bu yüzden bu filmden önce, Alex de Iglesia’yı tanımak için birkaç erken dönem filmini izlemenizde yarar var.

“Mantıkta hiçbir şey rastlantısal değildir: Şey, olgu bağlamında yer alabiliyorsa, olgu bağlamının olanağının şeyde zaten önceden ayırt edilmiş olması gerekir.”

Açıkçası söylemem gerekirse, filmi, Ludwig Wittgenstein adının geçtiğini öğrendiğimde izlemeye karar verdim. Filmin başlangıç sahnesi de Wittgenstein üzerine yaşanan bir olay ile açılıyor. Daha sonra 1993 Oxford’una geçiş yapılıyor. Martin (Elijah Wood) hazırladığı bir tezde kendisine yardımcı olması için Oxford’a ünlü profesör Arthur Seldom’ın (John Hurt) yanına gitmeye karar verir. Bu açıdan bakıldığında filmin temel hikayesi ile Wittgenstein’ın hayatı arasında benzerlikler başlıyor. Wittgenstein daha önce kitaplarını okuyup hayranı olduğu filozof Betrand Russell’ın yanına Cambridge’a gitmeye karar verir. Hem Wittgenstein hem de Martin kısa bir süre sonra etkilendikleri profesörlerin seviyesine ulaşmayı başarırlar. Wittgenstein gibi Martin’in de kız arkadaşı olur ama ikisinin de bir süre sonra homoseksüel olduğu anlaşılır.

Yukarıda bahsettiğim filmin giriş kısmı oldukça başarılı ancak gelişme ve sonuç bölümlerinde senaryo zayıflamaya ve kurgu tatmin etmemeye başlıyor. Başarılı tartışmalar ve göndermeler bulunmasına rağmen iyi bir senaryo olabilecekken olmamış, kötü anlatımlar, kopuk diyaloglar ve alakasız konular ile hep bir şekilde eksik kalmış bir film ortaya çıkmış. Yönetmenlik ve sinematografi başarılı iken konunun yanında oyunculuklarda yetersiz kalmış. Velhasıl tüm bunlara rağmen, matematik seriler ve formüller ile olayları çözmeye çalışmak ve Wittgenstein ile beraber diğer felsefe ve matematik dünyasında ki dahilerin adlarını duymak hoştu.

Filmde bahsi geçen kitaptan birkaç bölüm okumak isteyenler buraya bakabilirler.

Bu videoda da, Solist Numminen, filmde de bahsedilen Ludwig Wittgenstein’ın ‘Tractacus Logico-Philosophicus’ adlı kitabından parçalar söylüyor. Kitabın kendisi kadar ilgi çekici. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder