29 Temmuz 2011 Cuma

L'eclisse


"Birbirimize aşık olduğumuz sürece anladığımız tek şey, anlaşılması gereken bir şey olmadığıydı."

Eğer ilerde film çekecek olursam kuşkusuz esinleneceğim ilk yönetmenlerden biridir Antonioni. Başıboş yürüyen kadınları bana bu kadar büyük bir zevkle başka kimse izlettirmezdi sanırım. Anlatılması zor konular ve anlatılmaya başladığı anda daha da zorlaşan hikayelerden oluşan bir üçlemesi var Antonioni’nin.

Modern zamanın hastalıklı ilişkileri, duygusal yoksunluk, yabacılaşma, iletişimsizlik, uyumsuzluk gibi konular üzerine yapılmış bu üçleme, koca bir film olan L’avventura ile başlıyor. Daha sonra benim üçlemedeki favori filmim La Notte ve son olarak burada değineceğim L’eclisse ile son buluyor.

L’eclisse’ye gelecek olursak. Üçlemenin her filminde yer alan Monica Vitti’ye (Vittoria), Alain Delon (Piero) eşlik ediyor. Vittoria filmin başında erkek arkadaşından ayrılır ancak bunun neden yaptığını bilmez. Öyle ki bu ‘bilinmezlik’ durumu film boyunca devam eder. Ne istediğini bilen, başarılı, parayla para kazanan Piero artık bir noktadan sonra “bilmiyorum”dan başka kelime bilmez misin sen?” diyerek Vittoria’ya çıkışır. Ancak Vittoria’ya benzer bir durum Piero’da da vardır. Başarılı olmasına rağmen oldukça yabancı ve yalnız bir insandır. Yaşadığı ülkeye bakarken “yabancı bir ülkede gibi hissediyorum” der. Bunun üzerine Vittoria “aynısını bana sen hissettiriyorsun” diyerek Piero’nun yabancılığına vurguda bulunur. “Keşke seni sevmeseydim ya da daha çok sevseydim” diyerek devam eden Vittoria’nın bu cümle ile bilinmezliğini ve arada kalmışlığını hissediyoruz.

Filmde ikili ilişkideki kararsızlık ve yabancılaşmayı besleyen bir de gelişmişlik vardır. Vittoria’nın arkadaşı olan Afrikalı kadın maymunlardan bahsederken, sahnenin borsaya geçip delirmiş insanları göstermesi etkileyici sahnelerden biri. Ayrıca sinema tarihinin en tüyler ürpertici finallerinden birine ancak Antonioni gibi bir usta imza atabilirdi.

Kısacası filmler o kadar iyi ki, çözümsüzlüğü ve farklılıkları ile bize kendilerini hissettiriyorlar.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

The Holy Mountain


Aykırı ve üstün yönetmen Alejandro Jodorowsky’in oyuncularla beraber kendisinin de sette lsd kullandığına dair dedikodular ile sürrealist öğelerin fazlalıkları ile dikkat çektiği filmidir. Bu nedenle Luis Bunuel ve Salvador Dali ile sık sık karşılaştırılır. Filmlerinde gerçeküstü öğeler kullanan Jodorowsky için ‘sayko’ sıfatı cuk oturuyor. Filmleri ile ‘üstüninsan’a dikkat çeken Jodorowsky, The Holy Mountain da olduğu gibi Nietzschevari ‘bu kulaklara ağız değilim’ diyerek kendisine yarışır bir şekilde ‘şok’ bir sona imza atıyor. Filmlerinde bol bol ‘bel altından çalışan’ Jodorowsky, Freud’tan etkilenip, etkilenmediği ile ilgili bir soruya, “psikanaliz insanı ancak bireysel acıdan koparıp kolektif acıya ulaştırmaya yarar” cevabını vermiştir.

The Holy Mountain’e gelecek olursak, yukarıda biraz değinmeme rağmen, bu filmi özetlemek çok güç, her türlü özet bu film için yetersiz ve hatta ‘saçma’ kalıyor.

Kısaca ‘Goodbye holy mountain. Real life waits us’ diyelim.

Ayrıca Thomas Mann'in öyküsünden uyarlanan, A. Jodorowsky'nin ilk filmi La Cravate'i izlemek isteyenler buraya bakabilirler.

Jodorowsky daha yakından tanımak isteyenler için, Bu sene Ifİstanbul’a konuk olarak geldiğinde kendisiyle yapılan söyleşiyi izleyebilirsiniz.

1 Temmuz 2011 Cuma

Le Samouraï


Film harika bir açılış sekansına sahip ve neredeyse estetikten ölecek. Filmin ana karakterini Alain Delon canlandırır, az konuşur, kiralık katillere yakışır şekilde her zaman şık giyinir, rakibine silahına davranması için zaman verir, üstüne ellerini ceplerinden boş çıkarmasına rağmen herkesten önce tetiği çeker. Alain Delon’un bu katkısıyla belki de dünyanın en ”cool” filmi ortaya çıkıyor. Öyle ki başına bir silah dayandırılmasına rağmen kahramanımız cool'luğundan ödün vermez.

“Samurayın yalnızlığı ancak balta girmemiş ormanlardaki bir kaplanın yalnızlığıyla kıyaslanabilir.” Bu söz ile film boyunca kahramanımızın yalnız olacağını anlıyoruz. Yalnız çalışır. Öyle ki evinde beslediği kuş bile kahramanımızın yalnızlığını kimseyle paylaşmaz ve evine giren çıkanı bir şekilde haber verir.

Eğer yaşadığınız şehirde karışık bir metro hattı varsa, kiralık katil olmak için bir avantaja sahipsiniz.