11 Temmuz 2012 Çarşamba

Total Recall




Arnold Schwarzenegger (Quaid) sıradan bir vatandaştır. Ancak onun sıradan bir vatandaş olması elbette Mars ile alakalı hayaller kurmasına ve über kaslı olmasına engel değildir. Mars ile alakalı rüyalar gören Arnold için Mars artık bir tutku haline gelmiştir. Sıradan bir vatandaş olan über kaslının karısı Sharon Stone (Lori) ise onun bu tutkularını ciddiye almamaktadır. Buna rağmen bir gün Mars’a yolculuk simülasyonu gerçekleştiren ve sanal bir gerçeklik sağlayan bir makinenin reklamını gören Arnold için artık tutkularını gerçekleştirme zamanı gelmiştir.

Arnold makineye bağlanır ancak hafızasında bir problem vardır, beyni bu yolculuğu kabul etmez ve olaylar başlar. Hayatındaki her şeyi değişen Arnold, dünyada bir dizi aksiyon yaşadıktan sonra hayalini kurduğu Mars’a yolculuğunu gerçekleştirir ve süpersonik maceralar başlar.

Türündeki birçok filmden ilham alan film, türündeki birçok filme de ilham olmuştur. Arnold hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadığı bir haldeyken, ona önerilen ve bir rüyada olduğunun ve bu rüyadan kurtulup gerçek hayata dönmek istiyorsa kırmızı hapı yutması gerektiği söylenir. (Bkz: Matrix) Bunun yanında Arnold filmin sonunda Inception’a da göz kırpmayı unutmaz.

Total Recall, bilim kurgu filmlerinin en çok beslendiği yazarlardan olan Philip K. Dick’in "We Can Remember İt For You Wholesale" adlı öyküsünden uyarlanan, özel efektler ve şiddet dolu sahnelerle insanın gözlerini ayıramadan izlediği bir film. Film, uzun bir yapım aşamasından sonra yönetmenliği eline alan Paul Verhoeven ve yer yer gülmemize de neden olan Arnold Schwarzenegger’in katkıları ile daha eğlenceli bir hal alıyor.

Film uzun ve karışık bir yapım aşamasına sahip. Yönetmen olarak Richard Rush, Bruce Beresford, David Cronenberg, Lewis Teague, Quaid rolu için Patrick Swayze, Christopher Reeve, Jeff Bridges, Matthew Broderick, Richard Dreyfuss, William Hurt ve yapımcı olarak da bir bu kadar daha ismin adı geçmiş. Sonunda filmin finansmanını sağlayan Arnold olmuş, her ne kadar rol için o düşünülmese bile kendisi, kendini bu role uygun görmüştür.

Bu arada filmin yeniden çekilen yapımında sevdiğim aktörlerden biri olan Colin Farrell yer alsa bile Arnold’un filmi kadar eğlenceli olacağını düşünmüyorum.

6 Temmuz 2012 Cuma

A Woman Under the Influence



Milyonlarca kadının hayalini kurduğu türden bir ev, herkesin sahip olmak isteyebileceği, uslu, aklı başında çocuklar ve karısını seven, anlayışlı sayılabilecek bir koca. Dışarıdan bakıldığında mutlu denilebilecek bir ortam. Ancak bir şeyler ters gitmektedir.

Mabel, bir ev kadınıdır ve ondan yapılması beklenen şeyler vardır. Ancak Mabel için durum çok farklıdır. Çevresindekiler onun bu durumundan şaşkındırlar ve ne yapacaklarını bilemezler. Mabel çocuklarıyla çocuk olmayı başarır ama maalesef çevresindekilere de bir çocuk gibi davranmaya devam etmesi içinde bulunduğu durumun basit bir örneğidir. İlk bakışta Mabel’in bu durumu, kadınları ev işlerine ve çocukların bakımına mahkum eden bir düzen eleştirisi, bir feminist hal olarak görülebilir. Ancak filmin farklı bir boyutu vardır, o da karısının bu durumuna bir türlü bir çözüm bulamayan Nick’in ruhet-i haliyesidir.

Nick ve çevresi sürekli Mabel’in içinde bulunduğu durum için çözüm arayışındadır. Filmin başındaki Mabel, belki yaşadığı zorluklardan dolayı dengesi yitirmiş olabilir, ancak onun bu hali, çevresinden gelen müdahaleler ve duyulan endişelerden sonra daha travmatik sonuçlar doğurmaya başlamıştır. En sonunda Nick, karısını bir psikiyatri kliniğine gönderir ve ‘iyileşmiş’ bir şekilde döneceğinden emindir. Gerçektende Mabel geri döndüğünde daha durgundur. Ancak bu durgunluk onun iyileştiğinden değil yorgun düşmesinden kaynaklanmaktadır.

Gena Rowlands, Mabel karakteri ile en başarılı kadın karakterlerden birine imza atmıştır. Birçok kadın oyuncunun yetişemeyeceği düzeyde başarılı bir oyun çıkartan Rowlands’a, erkek seyircilerin –ve benimde- oldukça sevdiği Peter Falk her zamanki sevimliliği ile eşlik etmiştir. Bu iki başarılı oyuncuya doğaçlama şansı veren ve Bergman’ın Cries & Whispers’ına benzer bir atmosfer yaratan yönetmen John Cassavetes da başarılı bir iş çıkarmıştır.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Inside Job


Geçen sene 12 Ocak’ta bu blog’un açılışını yapmıştım. Bir seneden fazladır sizlere güzel filmler önermeye çalışıyorum. O günden beri giderek azalan bir grafiğim var. Artık ayda bir film sizlerle paylaşabiliyorum. Bir gecede üç film bitirdiğim günler geride kaldı. Çaptan düştüğümü hissediyorum. Bir geçiş dönemi yaşıyorum ve bu geçiş döneminde sinema ne yazık ki benim için arka planlarda kaldı. Yine de burada ayda bir de olsa sizinle filmler paylaşmaya devam edeceğim.


Burada sizinle hiç dokümanter film paylaşmadım. Bu yüzden 2011 Oscar’ını da kazanan Inside Job bu alanda ilk film kritiğimiz olacak. Bu film üzerine yazmamın ilk nedeni ekonomi alanında okumuş olmam, ikince nedeni ise okuduğum bir gazete haberi. Habere buradan ulaşabilirsiniz. Özetlemek gerekirse haber, bu filmi izledikten sonra içinde banka soymak için büyük arzu duyan bir hırsız hakkında.

“Nörologlar yaptıkları bir deneyde bir bireyi alıyorlar ve MR'a sokuyorlar ve onlara, ödülün para olduğu bir oyun oynatıyorlar. Denekler para kazanmaya başladıklarında uyarılan beyin bölgesiyle, kokain kullandıklarında uyarılan bölge aynı.”

Anlaşılacağı üzere Inside Job, yalnız ekonomiden anlayan insanları değil bu alanda ilgilenmeyen insanları bile etkileyen bir film. Konusu kısaca, yakın zamanda yaşadığımız ABD çıkışlı bir küresel bir kriz olan 2008 krizinin ortaya çıkışı ile günümüze kadar olan süreci anlatmakta. Film, oldukça anlaşılabilir bir dille olaylara yaklaşmasına rağmen, ekonominin kendi içindeki dinamikleri nedeniyle olayları tam olarak kavrayamıyoruz. Yine de bu krizin neden ve nasıl ortaya çıktığına ve işin içinde nelerin olduğuna dair epey bilgi sahibi oluyoruz. Ancak dediğim gibi asıl olayları kavramak zor. Çünkü işin içinde olmak gerekiyor. Yine bu alanla ilgili olan, Michael Moore’un Capitalism: A Love Story belgeselinde Moore’un Wall Street çalışanlarına krizin çıkış nedenlerinden biri olan türev piyasalarının tanımı sorduğunda, ortaya çıkan durum, ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor.

Bundan önceki film kritiğimizde bahsetmiştim. Sinema var olduğundan beri kapitalizm eleştirisi yapılmaktadır. Sinema ve diğer iletişim yolları ile bize aktarılan olayları gördükçe bu duruma kızıyoruz. Kızdığımız içinde bir şeylerin değişmesi için çaba sarf ediyoruz. Michael Moore da değişimin bir sembolü olarak filminin sonunda Barack Obama’yı göstermişti. Yalnız Moore değil, bütün dünya bu değişiminden ümitliydi. Ancak Inside Job bize ne kadar yanıldığımızı gösterdi.

Elinde ekonomik güç olanlar, politika dahil her şeyi satın alabilir. Yıllarca okulda bize öğretilen, kitapları okutulan, üstüne Nobel alan ekonomistlerin nasıl birer kukla olduklarını bu film ile görüyoruz.

Okuyanlarınız hatırlar, Moliére Hastalık Hastası'na bir dizi aylık ilaç ücreti hesaplarıyla başlar. O dönemde bile sağlık konularındaki yardım yerine ticari amacın farkındadır. Bunu filmden kısa bir bölüm ile pekiştirmek istiyorum.

Görüntüde yer alan isim Harvard İktisat Bölüm Başkanı John Campbell. Sorulan ise soru şu:

Tıp alanında bir araştırmacı bir makale yazıp şöyle diyor: "Bu hastalığın tedavisi için şu ilacı yazmalısınız." Ortaya çıkıyor ki, bu doktorun gelirinin yüzde 80'i bu ilâcın imalatından geliyor. Bu sizi rahatsız etmez mi?

Cevap ise şöyle: