20 Mart 2013 Çarşamba

Un homme qui dort




“ İçinde dertten çok sevinç taşıyan bir ölümlü insan, ya gerçekten insan değildir, ya da olgunlaşmamıştır henüz. “

“ Size bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber; henüz ölmedik, Kötü haber; hala yaşıyoruz. ”

İlk söz Melville’in, ikincisi ise Chekov’un. Oldukça karamsar değil mi? Bence içinde dertten çok sevinç taşıyan bir insan bile hayatının belli bir noktasında bu karamsarlığa kapılmıştır. Burada önemli nokta, bu karamsar evrenin, bireyin farkındalığı ile yaşanıp yaşanmadığı ve ne kadar sürdüğü.

Benim uzun süredir içinde bulunduğum ve artık kabullendiğim bir evre bu. Georges Perec’in Uyuyan Adam’ıda bu evrede geçirdiğim sürede elime geçen güzel romanlardan biri. Bernard Queysanne’nin 1974 yapımı filmini izlediğimde romanın var olduğunu bilmiyordum. Haliyle öğrenir öğrenmezde alıp okudum.

“ Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.”

Georges Perec romanına, Günah, Acı, Umut ve Doğru Üzerine Düşüceler’den Kafka’nın bu alıntısı ile başlıyor. Anlıyoruz ki varoluşçuluktan kafamızı kaldıramayacağız. Film oldukça varoluşçu bir çerçeve de geziniyordu, ancak nispeten kısa olan kitabın bu kadar ağır olabileceğini düşünmüyordum. İnsan olmanın bedeli gerçekten bu kadar ağır olabilir mi? Roman kahramanının önemi de burada ortaya çıkıyor. Perec romanının otobiyografik olduğunu hiç dile getirmemiştir. Alıntı yaparak başladığı Kafka dahil Camus, Beckett gibi yazarlardan etkilendiği ortada. Romanın ne kadarı Perec’in yaşadıkları ne kadarı kurgu muamma. Ancak Perec filmdeki başrol oyuncusu Jacques Spiesser’in üst dudağında tıpkı onunkine benzer yarayı sevdiğini söylemiştir. Bu da bize bir ipucu veriyor. Açıkçası romanın bütününün sadece Perec’in yaşadıklarının oluşturduğunu sanmıyorum.

Biraz da film hakkında konuşacak olursak, kitap ve film uyumunun bu kadar güzel yakalandığı ender film hatırlıyorum. Filmde kitaptan birebir alıntıları aktaran bir kadın dış sesin dışında herhangi başka bir diyalog yok. Ancak yönetmen Queysanne’nin görsellik olarak kitabın ruhuna katkısı çok. ( Perec’inde filmin çekim aşamasında yönetmene yardımcı olduğunu söylemem gerek ) Kahramanımızın odasındaki Rene Magritte’in eseri bile tek başına çok güzel bir ayrıntı.

Hayatının bir döneminde sosyal intiharın eşiğine gelmiş bireyler filmi ve kitabı elbet seveceklerdir ama hayatının büyük bir kısmını hiç düşünmeden sosyal çevrenin ona verdikleri ile yaşamış bir birey bile, uyku ile uyanık arasında kısa bir an olsa bile neden var olduğunu düşünmüşse ya da aynada kendi yansımasına baktığında kendini bir kez olsun yabancı hissetmişse, bu kitabı okumalı. Biliyorum oldukça yüzeysel bir yazı oldu ve elbette kitap ve film üzerine söylenecek çok şey var. Ancak üzerine kritik yazacağım bir filmin başka bir blogta daha güzel bir eleştirisinin olduğunu görünce, bazen yazmaktan vazgeçiyorum. Ancak yine de sevdiğim filmlerin blogumda yer almasını istiyorum, bu film gibi. Bahsettiğim kritiği buradan okuyabilirsiniz.

Filmi youtube’tan izleyebilir, kitabı da Sosi Dolanoğlu’nun güzel çevirisi ile Metis Yayınlarından 10 liraya alabilirsiniz.

Georges Perec

“Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, gözalıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler, sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.”