“ İçinde dertten çok sevinç taşıyan bir ölümlü insan, ya
gerçekten insan değildir, ya da olgunlaşmamıştır henüz. “
“ Size bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber; henüz
ölmedik, Kötü haber; hala yaşıyoruz. ”
İlk söz Melville’in, ikincisi ise Chekov’un. Oldukça
karamsar değil mi? Bence içinde dertten çok sevinç taşıyan bir insan bile
hayatının belli bir noktasında bu karamsarlığa kapılmıştır. Burada önemli
nokta, bu karamsar evrenin, bireyin farkındalığı ile yaşanıp yaşanmadığı ve ne
kadar sürdüğü.
Benim uzun süredir içinde bulunduğum ve artık kabullendiğim
bir evre bu. Georges Perec’in Uyuyan Adam’ıda bu evrede geçirdiğim sürede elime
geçen güzel romanlardan biri. Bernard Queysanne’nin 1974 yapımı filmini
izlediğimde romanın var olduğunu bilmiyordum. Haliyle öğrenir öğrenmezde alıp
okudum.
“ Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta
dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol.
Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü
olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.”
Georges Perec romanına, Günah, Acı, Umut ve Doğru Üzerine
Düşüceler’den Kafka’nın bu alıntısı ile başlıyor. Anlıyoruz ki varoluşçuluktan
kafamızı kaldıramayacağız. Film oldukça varoluşçu bir çerçeve de geziniyordu,
ancak nispeten kısa olan kitabın bu kadar ağır olabileceğini düşünmüyordum. İnsan
olmanın bedeli gerçekten bu kadar ağır olabilir mi? Roman kahramanının önemi de burada
ortaya çıkıyor. Perec romanının otobiyografik olduğunu hiç dile getirmemiştir.
Alıntı yaparak başladığı Kafka dahil Camus, Beckett gibi yazarlardan
etkilendiği ortada. Romanın ne kadarı Perec’in yaşadıkları ne kadarı kurgu muamma.
Ancak Perec filmdeki başrol oyuncusu Jacques Spiesser’in üst dudağında tıpkı
onunkine benzer yarayı sevdiğini söylemiştir. Bu da bize bir ipucu veriyor. Açıkçası
romanın bütününün sadece Perec’in yaşadıklarının oluşturduğunu sanmıyorum.
Biraz da film hakkında konuşacak olursak, kitap ve film
uyumunun bu kadar güzel yakalandığı ender film hatırlıyorum. Filmde kitaptan
birebir alıntıları aktaran bir kadın dış sesin dışında herhangi başka bir
diyalog yok. Ancak yönetmen Queysanne’nin görsellik olarak kitabın ruhuna
katkısı çok. ( Perec’inde filmin çekim aşamasında yönetmene yardımcı olduğunu
söylemem gerek ) Kahramanımızın odasındaki Rene Magritte’in eseri bile tek
başına çok güzel bir ayrıntı.
Hayatının bir döneminde sosyal intiharın eşiğine gelmiş
bireyler filmi ve kitabı elbet seveceklerdir ama hayatının büyük bir kısmını
hiç düşünmeden sosyal çevrenin ona verdikleri ile yaşamış bir birey bile, uyku
ile uyanık arasında kısa bir an olsa bile neden var olduğunu düşünmüşse ya da
aynada kendi yansımasına baktığında kendini bir kez olsun yabancı hissetmişse,
bu kitabı okumalı. Biliyorum oldukça yüzeysel bir yazı oldu ve elbette kitap ve
film üzerine söylenecek çok şey var. Ancak üzerine kritik yazacağım bir filmin
başka bir blogta daha güzel bir eleştirisinin olduğunu görünce, bazen yazmaktan
vazgeçiyorum. Ancak yine de sevdiğim filmlerin blogumda yer almasını istiyorum,
bu film gibi. Bahsettiğim kritiği buradan okuyabilirsiniz.
Filmi youtube’tan izleyebilir, kitabı da Sosi Dolanoğlu’nun güzel
çevirisi ile Metis Yayınlarından 10 liraya alabilirsiniz.
Georges Perec
“Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey
öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, gözalıcı ve
tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun;
dünyayla senin arandaki köprüler, sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir
hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş
dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve
rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.”