“Sonsuzluğa geçebileceğim büyük
bir tramplen adımı atabilirim, sırtım ip cambazların ki gibi çocukluğumda
büküldü, bu nedenle bu adımı atmak benim için kolay değil. Bir, iki, üç, var
oluş içinde baş aşağı gidebilirim; ancak bir sonrası benim ilerimde, ben
mucizeyi gerçekleştiremem, yalnızca mucizeyi hayrette kalabilirim.” Soren
Kierkegaard
“Bu, elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesi. Adam
kendini rahatlatmak için, sürekli şöyle diyormuş: "Buraya kadar her şey
yolunda." Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.”
Binanın tepesinden aşağı doğru düşüyoruz. Kaç yıl oldu. Yaşamının
kaçıncı katındasın. Varoluş içinde baş aşağı gidiyoruz, ancak önemli olan düşüş
değil, yere çarpıştır.
La Haine,
Paris’in gettolarında yaşayan bir Kuzey Afrikalı çocuğun polis tarafından
öldürülmesi ile başlayan olaylarda, bir polisin silahını kaybetmesi ile başlar.
Bir günü anlatan filmde bu silahı bulan Vinz ve arkadaşları Said ile Hubert’in
hikayesini izliyoruz. Fransa’da yaşanan toplumsal olaylara dayanan film, aynı
zamanda evrensel bir dile sahip. Tüm bu yaşanan olayların yanında yönetmen
Mathieu Kassovitz varoluş üzerine bir şeyler söylemekten geri kalmaz.
Çehov’un meşhur “tiyatroda asılı duran tüfek” metaforu
nedeniyle Vinz’in tüm film boyunca elinde gezdirdiği silahın ne zaman
patlayacağını merak ediyoruz. Vinz, Said ve Hubert aslında film boyunca binanın
tepesinden düşmektedirler ve silahın patladığı an onların yere çarptıkları an
olacaktır.
Filmin süresi nispeten kısa olmasına rağmen, Kassovitz’in
başarılı kamera yönetimi ile beraber toplumdan uzaklaşma/ötekileşme üzerine tuvaletteki amcanın anlattığı hikaye başta olmak
üzere bir çok ilginç ve güzel ayrıntı filmde mevcut.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder