23 Ağustos 2012 Perşembe

La haine



“Sonsuzluğa geçebileceğim büyük bir tramplen adımı atabilirim, sırtım ip cambazların ki gibi çocukluğumda büküldü, bu nedenle bu adımı atmak benim için kolay değil. Bir, iki, üç, var oluş içinde baş aşağı gidebilirim; ancak bir sonrası benim ilerimde, ben mucizeyi gerçekleştiremem, yalnızca mucizeyi hayrette kalabilirim.” Soren Kierkegaard

“Bu, elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesi. Adam kendini rahatlatmak için, sürekli şöyle diyormuş: "Buraya kadar her şey yolunda." Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.”

Binanın tepesinden aşağı doğru düşüyoruz. Kaç yıl oldu. Yaşamının kaçıncı katındasın. Varoluş içinde baş aşağı gidiyoruz, ancak önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.

La Haine, Paris’in gettolarında yaşayan bir Kuzey Afrikalı çocuğun polis tarafından öldürülmesi ile başlayan olaylarda, bir polisin silahını kaybetmesi ile başlar. Bir günü anlatan filmde bu silahı bulan Vinz ve arkadaşları Said ile Hubert’in hikayesini izliyoruz. Fransa’da yaşanan toplumsal olaylara dayanan film, aynı zamanda evrensel bir dile sahip. Tüm bu yaşanan olayların yanında yönetmen Mathieu Kassovitz varoluş üzerine bir şeyler söylemekten geri kalmaz.

Çehov’un meşhur “tiyatroda asılı duran tüfek” metaforu nedeniyle Vinz’in tüm film boyunca elinde gezdirdiği silahın ne zaman patlayacağını merak ediyoruz. Vinz, Said ve Hubert aslında film boyunca binanın tepesinden düşmektedirler ve silahın patladığı an onların yere çarptıkları an olacaktır.

Filmin süresi nispeten kısa olmasına rağmen, Kassovitz’in başarılı kamera yönetimi ile beraber toplumdan uzaklaşma/ötekileşme üzerine tuvaletteki amcanın anlattığı hikaye başta olmak üzere bir çok ilginç ve güzel ayrıntı filmde mevcut.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder