Sinema var olduğundan beri kapitalizm eleştirisi
yapılmaktadır. İzlediğimiz filmlerde hem doğrudan hem de dolaylı olarak bu
eleştirilere tanık oluruz. Ama sanırım hiçbir film bu eleştiriyi Henri-Georges
Clouzot’nun Le Salaire de la Peur’ü kadar gerilimli bir
hikaye olarak ele almamıştır.
Filmin, insanın tırnaklarını yemesine sebebiyet veren
kısımlarına henüz gelmeden, yönetmen bize karakterlerin neden kendilerini
gerilim dolu bir maceranın içine attıklarının nedenleri uzunca bir giriş
sekansı ile açıklar. Güney Amerika’da artık gidecek – ya da kaçacak – başka yerleri
olmayan insanların sonunda mesken tuttukları, sıcak, bunalımlı, hapsolmuşluk
hissi ile karşılaştıkları bu yerde, uzun tutulan bu bölüm ile izleyicilerinde
bunalımı hissetmesi sağlanır. Böylece filmin esas kısmında karakterlerin
kendilerini ölüm ile burun buruna getireceğini bile bile görevi sevinerek kabul
etmelerinde bir gariplik düşünmeyiz.
“Bir yerde petrol varsa Amerikalılar fazla uzakta değildir.”
Olayların geçtiği bölgede tek iş imkanı, petrol ile
sağlanır. Buradaki petrol rafinelerine sahip şirketin rafinelerinden birinde
çıkan yangının durdurulması gerekir ancak bunun tek yolu alev alan boru hattını
patlatmaktır. Bunu yapabilmek içinde nitrogliserin yüklü iki kamyonu 480km
uzaktaki bu noktaya taşımaları gerekmektedir. Sorun teşkil eden noktada budur. Eğer
şoförler yeterince dikkatli olmazlarsa en ufak bir sarsıntıda yeterince hassas
olan nitrogliserin patlayarak onları toz bulutu haline getirmeye yetecektir. Kulağa
intihar gibi gelse de bu iş için heyecanlanan insan sayısı oldukça fazladır. Bunun nedeni de işin ucunda maddi bir kazancın onları beklemesidir. Bu maddi kazanç onları
manevi bir yıkıma sürükleyecek ve her durumda kaybedecek olan yine onlar
olacaktır. Çünkü kapitalizmin doğası bunu gerektirir.
Her ne kadar filmin görüntü kalitesi kötü olsa da başarılı
kurgu ve senaryo filmi izlettirmeyi başarıyor. Filmin başındaki sıkıcı kısımdan
sonra kendimizi, artık ne olacaksa olsun der halde bulurken, ilerleyen
bölümlerde, günümüzde aksiyon ve kovalamaca dolu sahneleri getirdiği hız
istediğinin aksine, karakterlerin daha yavaş olmasını dileriz.
Le Salaire de la
Peur, içinde bulunan Amerikan karşıtlığı nedeniyle ABD’de
birkaç kilit sahnesi sansüre uğramıştır. 1953 yapımı bir film olduğunu düşünürsek
aradan geçen yaklaşık 60 yılda ABD tarafında pekte değişen bir olmadığından
dolayı yapılan eleştirilerde haksız sayılmazlar.
Film ayrıca aynı yıl hem Cannes Film Festivali’nde Altın
Palmiye’yi hem de Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’yı kazanın ilk film
olmuştur.