"Tıpkı aşkta olduğu gibi bir sanı beliriyor insanın içinde, hiç
unutamayacağı sanısı, ben de hiç unutamayacağım sanmıştım, Hiroşima'yı bu
yüzden… Bir kaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, bu çeşit başka hikayeler
geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni. Unutmanın korkunçluğu
olarak düşüneceğim bu hikayeyi."
Hafıza, Alan Resnais'nin filmlerinin temel temasını
oluşturur. Hiroshima mon Amour filminde de genel olarak hafıza olgusu ve geçmişin
geleceğe etkisi ön plandadır. Resnais, dokümanter ve kısa filmlerle başladığı
sinema kariyerinin ilk uzun metrajlı olan filmini yine belgesel olarak çekmeği
düşünmüş, sonradan uzun metraja karar kılmıştır. 1945’teki nükleer saldırının
belgesel görüntülerini, yeniden inşa edilmiş Hiroşima’yı ve müze görüntülerini
hikayenin üzerine başarıyla serpiştirmiştir. Aslında filmin bir hikayesi
olduğunu söyleyebilmek zor. Hiroshima mon Amour da, bir filmde oynamak üzere Hiroşima’ya
gelen Fransız bir aktrisin ve burada yaşayan Japon bir mimarının bir günde
yaşadıkları aşkın, savaş ile beraber her ikisinin belleğinde geçmişin geleceğe
olan etkisini görürüz. Hiroşima’nın yaşadığı trajediyi, toplu acıyı, ve bu
acıyı paylaşan mimara olan aşkı ile beraber, savaşın korkunçluğunu
ilişkilendiren kadın, Nevers adındaki Fransız kasabasında savaşın getirdiği
başka acılarla dolu geçmişini hatırlar. Hafıza denen şeyin ne kadar can acıttığını
bir kere daha hatırlatan film, kadının yaşadıkları ile Hiroşima'da olanlar arasında
koşut bir anlatım vardır. Kadının geçmişini unutamayışı, yeniden oluşturmaya
çalışması ve kaybedilen değerler.
Resnais’nin bu filminde Fransa’nın önemli düşünürlerinden Henri Bergson ile yazar Marcel Proust’un etkilerini açıkça görüyoruz. Ancak
filmi asıl başarıya ulaştıran etken, senarist Marguerite Duras ile Alain
Resnais arasındaki düşünsel uyumdur. Duras’nın en önemli kitabı olan L’amant’ın
sinema uyarlamasının neden Hiroshima mon Amour’un gerisinde kaldığı da burada
ortaya çıkıyor.
Fransa’nın o dönemde, sömürgesi durumunda bulunan Vietnam’da
doğan Duras, kitaplarındaki hikayelerini de burada yaşadığı olaylardan
esinlenerek yazmıştır. Her iki kitabı da bu çerçevede ortaya çıkmıştır. Resnais,
Fransız Yeni Dalga akımının üyelerinden biri olarak bilinse de sinema
kariyerine başladığında geleneksel anlayışın dışında eserler vermiştir. Duras’da
yazarlık serüvenine başladığında hiçbir akımla özdeşleştirilemeyecek ölçüde
kişisel eserler yaratmıştır. Duras’nın eserleri, hafıza olgusuna ve geçmişin geleceğe
olan etkisine karşı kaygılı bir duruş içerir. Resnais, Duras’nın eserini doğal
ve şiirsel bir ustalıkla sinemaya uyarlarken, Jean-Jacques Annaud, L’amant ile
bunu başaramamıştır.
Duras, Fransız sinemasının etkin isimlerinden biridir, çünkü
sadece senarist değil aynı zamanda yönetmendir de. Tam 19 kısa ve uzun metrajlı
filmi vardır. L’amant’ı izlediğinde filmi beğenmemiş ve bu benim kitabım olamaz
demiş. Gerçektende Annaud, kitabın derinine inememiş, oldukça yüzeysel bir film
yaratmıştır. Yine de Annaud’a tamamen haksızlık etmemek gerek. Duras “yaşamımın
bir öyküsü yok” der, bu eserleri içinde geçerli. Eserlerinde öykü, öncesinde ya
da sonrasında yer alan başka görüntüler, çekilmiş ya da çekilmemiş başka
resimler arasında bağlantı kurarak, dağınık olarak anlatılır.
Son bir nokta daha. Artık iyice nefret eder hale geldim bu
durumdan. Yazar Fransız, öykü Fransızca, yer Vietnam ve üstelik filmin adı da
Fransızca olmasına rağmen Annaud’un L’amant’ın da geçen diyaloglar İngilizce.
Gerçekten katlanılır gibi değil. Bu yüzden kitabın ruhunu yakalayamıyorsunuz.
Filmin başarılı bulduğum tek yanı ise sinematografisi. Annaud kitapta geçen
erotik sahneleri daha başarılı çekmek için, Robert Fraisse ile çalışmış.
Hakkını vermek gerek erotik sahneler oldukça başarılıydı. Bu başarı da Fraisse’yi
üçüncü sınıf erotik filmlerden daha yukarıya taşımıştır.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder