3 Aralık 2012 Pazartesi

Hiroshima mon amour




"Tıpkı aşkta olduğu gibi bir sanı beliriyor insanın içinde, hiç unutamayacağı sanısı, ben de hiç unutamayacağım sanmıştım, Hiroşima'yı bu yüzden… Bir kaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, bu çeşit başka hikayeler geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni. Unutmanın korkunçluğu olarak düşüneceğim bu hikayeyi."

Hafıza, Alan Resnais'nin filmlerinin temel temasını oluşturur. Hiroshima mon Amour filminde de genel olarak hafıza olgusu ve geçmişin geleceğe etkisi ön plandadır. Resnais, dokümanter ve kısa filmlerle başladığı sinema kariyerinin ilk uzun metrajlı olan filmini yine belgesel olarak çekmeği düşünmüş, sonradan uzun metraja karar kılmıştır. 1945’teki nükleer saldırının belgesel görüntülerini, yeniden inşa edilmiş Hiroşima’yı ve müze görüntülerini hikayenin üzerine başarıyla serpiştirmiştir. Aslında filmin bir hikayesi olduğunu söyleyebilmek zor. Hiroshima mon Amour da, bir filmde oynamak üzere Hiroşima’ya gelen Fransız bir aktrisin ve burada yaşayan Japon bir mimarının bir günde yaşadıkları aşkın, savaş ile beraber her ikisinin belleğinde geçmişin geleceğe olan etkisini görürüz. Hiroşima’nın yaşadığı trajediyi, toplu acıyı, ve bu acıyı paylaşan mimara olan aşkı ile beraber, savaşın korkunçluğunu ilişkilendiren kadın, Nevers adındaki Fransız kasabasında savaşın getirdiği başka acılarla dolu geçmişini hatırlar. Hafıza denen şeyin ne kadar can acıttığını bir kere daha hatırlatan film, kadının yaşadıkları ile Hiroşima'da olanlar arasında koşut bir anlatım vardır. Kadının geçmişini unutamayışı, yeniden oluşturmaya çalışması ve kaybedilen değerler.

Resnais’nin bu filminde Fransa’nın önemli düşünürlerinden Henri Bergson ile yazar Marcel Proust’un etkilerini açıkça görüyoruz. Ancak filmi asıl başarıya ulaştıran etken, senarist Marguerite Duras ile Alain Resnais arasındaki düşünsel uyumdur. Duras’nın en önemli kitabı olan L’amant’ın sinema uyarlamasının neden Hiroshima mon Amour’un gerisinde kaldığı da burada ortaya çıkıyor.


Fransa’nın o dönemde, sömürgesi durumunda bulunan Vietnam’da doğan Duras, kitaplarındaki hikayelerini de burada yaşadığı olaylardan esinlenerek yazmıştır. Her iki kitabı da bu çerçevede ortaya çıkmıştır. Resnais, Fransız Yeni Dalga akımının üyelerinden biri olarak bilinse de sinema kariyerine başladığında geleneksel anlayışın dışında eserler vermiştir. Duras’da yazarlık serüvenine başladığında hiçbir akımla özdeşleştirilemeyecek ölçüde kişisel eserler yaratmıştır. Duras’nın eserleri, hafıza olgusuna ve geçmişin geleceğe olan etkisine karşı kaygılı bir duruş içerir. Resnais, Duras’nın eserini doğal ve şiirsel bir ustalıkla sinemaya uyarlarken, Jean-Jacques Annaud, L’amant ile bunu başaramamıştır.

Duras, Fransız sinemasının etkin isimlerinden biridir, çünkü sadece senarist değil aynı zamanda yönetmendir de. Tam 19 kısa ve uzun metrajlı filmi vardır. L’amant’ı izlediğinde filmi beğenmemiş ve bu benim kitabım olamaz demiş. Gerçektende Annaud, kitabın derinine inememiş, oldukça yüzeysel bir film yaratmıştır. Yine de Annaud’a tamamen haksızlık etmemek gerek. Duras “yaşamımın bir öyküsü yok” der, bu eserleri içinde geçerli. Eserlerinde öykü, öncesinde ya da sonrasında yer alan başka görüntüler, çekilmiş ya da çekilmemiş başka resimler arasında bağlantı kurarak, dağınık olarak anlatılır.

Son bir nokta daha. Artık iyice nefret eder hale geldim bu durumdan. Yazar Fransız, öykü Fransızca, yer Vietnam ve üstelik filmin adı da Fransızca olmasına rağmen Annaud’un L’amant’ın da geçen diyaloglar İngilizce. Gerçekten katlanılır gibi değil. Bu yüzden kitabın ruhunu yakalayamıyorsunuz. Filmin başarılı bulduğum tek yanı ise sinematografisi. Annaud kitapta geçen erotik sahneleri daha başarılı çekmek için, Robert Fraisse ile çalışmış. Hakkını vermek gerek erotik sahneler oldukça başarılıydı. Bu başarı da Fraisse’yi üçüncü sınıf erotik filmlerden daha yukarıya taşımıştır.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder