Baştan söyleyeyim filmin ABD’ye
yönelik sosyal bir eleştiri veya oldukça başarılı bir anti-hümanizm
propagandası olduğu fikrine katılmıyorum. Bence bu film Dogville ahalisinde
vücut bulmuş komünal ve aynı zamanda insan doğası gereği (buraya daha sonra tekrardan
geleceğim) kötülüklerin uygun ahval ve şeraitte nasıl da spontane şekilde
hiçbir dışsal etkiye maruz kalmadan gelişebileceğini suratımıza tokat gibi
çarpmaktadır. Film aslında son anlarına kadar pek sezdirmese de buram buram
bireyci bir egoizm karşı propagandası üzerine oturtulmuş yönetmen
tarafından.
Şimdi öncelikle karakterler
üzerinden gidelim. Her ne kadar filmde zaman içersinde konumları yer değiştirse
de film aslında Grace-Dogville ahalisi arasındaki gene süreç içerisinde
rollerin değişeceği mazlumluk-mezalimlik dikotomisinde ki ondan da öte
yüzyıllardır tartışma konusu olagelmiş birey-toplum çatışması ana ekseninde
seyrediyor. Bu nedenle karakterler derken Grace ve diğerleri şeklinde bir
sınıflandırma yapmak pek de yanlış olmasa gerek diye düşünüyorum. Şimdi burada
her ne kadar filmde pek keskin bir şekilde işlenemese de Grace’te vücut bulmuş
bir birey ve onun zıt kutbunda da birlikte yaşayıp, ortak kararlar alan ve
küçük şeylerle mutlu olan (aşırı uç bir örnek olarak Stalin dönemi Sovyet hükümeti
propaganda afişlerindeki ideal toplumun ete kemiğe bürünmüş halini tahayyül
edin) bir köy(?) ahalisi. Kurgu Grace dediğimiz bu sonradan John Galt‘tan hallice
olacak (tamam tamam alakası yok vurmayın) Pollyannacı karakterimizin peşi sıra
gelmekte olan mafya kılıklı insanlardan kaçışı sırasında Dogville denen 15-20
kişinin yaşadığı bir köye(?) yarı-zorunlu, yarı-gönüllü ilticası ile başlıyor
ve olaylar gelişiyor. İlk başta ufak tefek pürüzler olsa da Grace ablamız
ortak, küçük amaçlarıyla hep beraber uyum içinde geçinip giden Dogville
ahalisine uyum sağlamakta güçlük çekmiyor. Şimdi buraya kadar karakter ve olay
örgüsü gayet sıradan bir kurgudaki gibi ilerlerken bu Grace-Dogville ahalisi
kaynaşması/bütünleşmesinden sonra olaylar karmaşıklaşıyor ve artık karakterler
arasındaki ilişkiler olağandışı hallere bulanmaya başlıyor, ki zurnanın
zurtlayıp dananın kuyruğunun infilak ettiği yer de burası işte. Az önce
karakterlerin birey ve toplum’u temsil edecek şekilde aslında iki ana öğeye
ayrıldığından bahsetmiştim ama bu bahsettiğimiz Grace’in Dogville ahalisi ile
kaynaşmasından sonra filmde uzun müddet rüzgarını estirecek komünal
yapılanmanın dayanılamaz ve engellenemez birlikte hareket etme fetişi hakim oluyor
ve bu süreçte birey olarak tasvir ettiğimiz Grace karakterinin tüm etkinlikleri
neredeyse filmin sonuna kadar minimilize ediliyor hatta bir noktaya geliyor ki
sıfırlanıyor. Ki bence burada asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta ise tüm
ahalinin yararına olacak ortak faydalar hususunda -daha politik bir şekilde
ifade etmek gerekirse biz buna kamu yararı diyoruz-
bireyi temsil eden Grace’in en tabii haklarının bile hunharca çiğnenmesi ve bu
rezilliğin ortak iyilik adına her biri kişilerden oluşan toplum tarafından
adeta tek bir organizmanın azalarıycasına yapılmasıdır.
Bunun dışında filmde özellikle
Türkiye’de de bir dönem iyi ekmek kapısı olmuş “köy yaşamı”nın hiç de toplumcu
gerçekçiler tarafından romantize edilip, lirikleştirildiği gibi
olmadığını göstermektedir. Köylü dediğimiz insanlar her ne kadar bilhassa
popülist liderler tarafından yüzeysel ve sloganist laflarla bilinçaltımıza
kutsanmış bir öğe olarak kodlanmış olsa da aslında kafası çok da basmayan,
çetrefilli meseleler konusunda vurdumduymaz/sinist, genel geçer meseleler
konusunda bir anda külhanbeyi gibi oluveren insanlar olduğu gerçeği alttan alta
güzel işlenmiş filmde. Öte yandan artık vasat ortamların geyiği olmaya yüz
tutmuş “eşek siken Anadolu
köylüsü” metaforunun da sadece bu topraklara özgü olmadığını ondan
ziyade kır yaşamının toplumsal baskı ortamında bir nevi kişisel ihtiyaçların
kolektif tatmini olduğunu görebiliriz. Ki filmde birey kavramının tüm yükünü
üzerine yüklediğimiz Grace ahalinin gündelik işlerini gideren biri olması yanı
sıra toplumun erkek üyelerinin tümünün (burada kalıbımı basarım hepinizin
aklına smurfs‘lardaki
“tüm şirinler şirine’ye mi kayıyor yea” geyiği gelmiştir) cinsel ihtiyaçlarını
da gideren bir aygıt olagelmiştir ve bir nevi içinde yaşadığı komünal yapı
tarafından hissizleştirilmiş ve tepki veremez bir konuma sürüklenmiştir bu
kadıncağız -madem bol vuruşlu yazı yazıyorum birazcık olsun favori karakterimin
içler acısı ahvalini dramatize etme hakkım da olmalı.
Gelelim en başta bahsettiğim
“insan doğası gereği kötüdür” konusuna. Meseleyi çok kusursuz ve eksiksiz bir
şekilde kavramsal veya zorunlu olarak muhteva ettiği şekilde felsefi bir
çözümleme yoluna giderek açıklama gibi bir yol seçmeyeceğim tabi ki de. Ama
öncelikle bir şerh düşerek meseleye girmeyi düşünüyorum. İnsan doğası gereği
kötüdür dedik tamam ama insan bu kötülük hedesini uygulayabilecek bir nesneye
ihtiyaç duymaktadır (nesne derken burada kişinin kendisi dışındaki canlı
varlıklar nezdinde insan ve hayvan öznelinde düşünelim konuyu şimdilik). Ha bu
demek değildir ki insan doğası gereği nötrdür içinde bulunduğu sosyal yapı onun
daha sonra özüne işleyecek bir vasıf kazandırır, alakası yok. İnsanın doğası
gereği içinde kötülük vardır diyoruz ama biz buna iki özne arasındaki etkileşimi
dışarıdan değerlendiren 3. bir göz olarak tarafları iyi-kötü dikotomisinde ele
alıyoruz. Ki meselenin en can alıcı kısmı da bu olsa gerek ki filmde de bu çok
güzel anlatılmış zaten. Dışarıdan bir gözle baktığımızda biz tarafları iyi veya
kötü olarak tanımlayabilecek bir vasfa sahibiz, tamam burada bir sorun yok
zaten. Ama asıl olan filmin sonuna kadar Dogville ahalisinde vücut bulan ama
filmin en sonunda tam tersine dönen madalyonla birlikte kötülük eylemi sürekli
bir şekilde vuku bulurken eylemi icra eden öznelerin sürekli değişmesidir. Ve
buradan da şuraya varıyoruz. Evet insan doğası gereği kötüdür ama bizim
dışarıdan üçüncü bir şahıs olarak gözlemci sıfatıyla kötü olarak
nitelendirdiğimiz şeylerin kötülüğü bizzat gerçekleştiren özneler tarafından
bilinçli bir şekilde mi yapıldığıdır. Daha doğru bir şekilde sormak gerekirse
kötülüğü icra eden kişi kötülük yaptığının farkında mıdır? Mesela Dogville’deki
nakliyeci -dışarıdan bakınca tiksinç duyduğumuz bir şekilde- yardım ettiği
kadına tecavüz ederken kötü bir şey yaptığının bilincinde midir yoksa içinde
bulunduğu topluluğa dayanan aidiyet duygusunun verdiği özgüven ve minnetle bir
şekilde borcunu mu ödemektedir? Hah şimdi burada şuraya geliyorum kötülük
problemi insanın doğası gereği vardır ve aslında uygar insanı iyiye çeviren tüm
etkenler modernizmin ona bir şekilde dikte ettiği değerlerdir. Modern insan şık
giyimli, iyi görünüşlü, kültürlü ve bakımlı vs. olmak zorunda ama modernizmin
dayattığı iyi değerleri kötülüğü bastırabilmiş midir? Tabi ki de hayır! Tam
tersine kötülük akıl almaz şekilde kitleselleştirilmiş ve böylelikle
algılarımızda normalleştirilmiştir. Dogville ahalisi örneğinde de çok güzel
tasvir edildiği gibi kötülük kolektif bir hale getirilerek tüm toplumca
normalleştirilmiştir. Grace’e aşık olan ve nispeten sıradan bir Dogville’li
olarak niteleyemeyeceğimiz Tom’un bile olanların meşruluğu konusunda bir
sorgulamaya gitmemesi bunun en güzel örneğidir. Mesela film boyunca Dogville ahalisinin
esas kızımın Grace’e yaptığı namertlikleri izleyip adeta bize yapılırmışçasına
öfkelendik, eminim o anlarda hepimizi içten içe bir intikam ateşi sarmıştır.
Filmin en sonunda Grace ve babasının o müthiş diyaloglarından sonra Grace’in
tüm Dogville ahalisinin öldürülmesini emrettiğinde filmi izleyen herkes eminim
“işte olması gereken de buydu, helal olsun be Grace’e!!.” demiştir ve hatta
Grace’in “Çocuklu aileler var. Önce anne babalarının gözleri önünde çocukları
öldürün” emri ile hepimiz bu intikam duygusunun asaleti karşısında tuz buz
olduk. Şimdi bir de başka bir pencereden bakalım olaya. Diyelim ki bu Dogville
vakası olduktan 100 sene sonra meseleyi adeta bir lise tarih ders kitabı
donukluğunda ve ruhsuzluğunda ele alalım. Elimizde ne var?
1) Küçük bir mezrada ahali
tarafından her türlü insanlık dışı muameleye maruz bırakılmış bir kadın.
2) İçinde sabi sübyanında yer
aldığı yaklaşık 20 masum(?) insanı öldüren cevval bir kadın (Grace)
Bu durumda meseleyi ajitatif bir
hale büründürmeden somut verilerle hareket ederek yorumlamaya kalkıştığımızda
100 sene sonra bir tarih ders kitabından okuyan birisi Grace denilen kadının
çok adi, şerefsiz, kötü, kaka (en azından Dogville ahalisine nispeten) birisi
olduğundan şüphe dahi etmeyecektir. Ee ne oldu şimdi diye sorduğunuzu
biliyorum. Film esnasında normalde haberi bile kanımızı donduracak bir hadise
cereyan ederken hepimiz Grace’e arka çıkarken meselenin edebi ve ajitatif yanı
göz ardı edilip bir tarih kitabı edasıyla ele alındığında Grace, Dogville
ahalisinden bin kat daha gaddar biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne oldu peki
burada? Filmin esas kızı Grace yaptığı kötülükten önce yaşadıklarıyla hepimizi
yanına çekti ve adeta film kendi içindeki bir kötülüğü izleyiciler nezdinde
kitleselleştirilerek çok cani bir katliamı hepimizin nazarında meşru
kıldı.(hepiniz ters köşeye yattınız dimi ibneler hehehe)
Buraya kadar mesele çok karmaşık
ve dağınık gelmiş olabilir, problem yok. İçimizden bir basit örnekle açıklama
yolunu tercih edeyim. Mesela Türkiye’nin batısında herhangi bir şehirde yaşayan
orta sınıfa mensup ve çevresiyle ilişkileri de gayet iyi giden bir aile
babasını düşünün. Bu baba figürünün her ne kadar çevresiyle ilişkileri
olağanüstü olacak şekilde iyi olsa bile genel geçer birtakım “ortak düşman/nefret
odakları” söz konusu olduğundan firavunvari bir adama dönüşebileceği kuşku
götürmez bir gerçek. Sözgelimi Türkiye’de her yelpazeden, fraksiyondan Türk
kamuoyunun ortak nefretini çekmede en iyi örnek olarak Pkk’yı verebiliriz diye
düşünüyorum. İş bu iyi aile babası her ne kadar harikulade bir sosyal ilişkiler
bütünlüğüne sahip olsa bile bu ortak nefret reseptörlerine dokunacak bir mesele
hakkında çok çok iyimser bir şekilde ifade etmek gerekirse en iyi ihtimalle
“orozpu çocuu pekaka, apo piçini asın ulan asın!” yorumunu yapacak ve bu durum
hiç yadırganmayacakken normalde çevresini saran o toplum dediğimiz yapının bir
mensubuna benzer sözleri sarf etse belki de bunun bedelini canıyla ödeyecektir. Her şey bir yana figürümüz modern toplumun ondan umduğu şekilde çok iyi bir
baba, eş, patron, işadamı, emekçi olabilir ama ne olamayacağı aşikardır ki o da
iyi bir insan olamayacağıdır. Burada asıl vurgulamak istediğim de her insan
doğası gereği kötüdür önermesinin insanın sosyal bir varlık olarak arz-ı endam
etmesi dahilinde geçerli olduğudur. Buraya girecek ne zamanım ne de dermanım
kaldı ama örneğin tek başına bir mağarada yaşayan birini düşünürsek bu insan
için doğası gereği kötüdür tezi otomatikman geçersiz hale gelecektir, zira
kötülük fiilini üzerinde hayata geçirebileceği bir obje söz konusu değildir.
Kişi kendi kendisine iyilik veya kötülük olarak tanımlayabileceğimiz bir eylem
de gerçekleştiremeyeceğine göre default olarak kötülük probleminin tek bir
insan için bir geçerliliği olmayacaktır. Kötücüllüğün kitleselleşmesi ve
normalleşmesi kısmına burada nokta koyuyorum belki ilerde bu konuyu daha derli
toplu bir şekilde işleyen bir yazı yazarsam editlemeyi de ihmal etmem.
Lise yıllarından kalma klişedir
“edebi bir eser her okuyucuya farklı lezzetler sunar” diye. Ama Dogville için
bu gerçekten de böyle. Bundan önce yazılmış şeylere şöyle bir göz gezdirdim de
birkaç istisna haricinde benim zihnimi meşgul edecek şekilde bir etki
yaratmamış çoğu kişide bu film. Pek çok kişi filmi bir anti-hümanizm
propagandası olarak nitelemiş. Bu bence hatalı bir değerlendirme zira ortada
insanlar birbirini assın kessin herkes tuttuğunu siksin gibi bir durum söz
konusu değil. Bilakis Dogville bugüne kadar her ortalamanın üstü seviyede bir
entelektüel tartışmanın içinde müzmin olarak kabul etmek zorunda bırakıldığımız
hümanist mitosları haksız çıkarması yanı sıra aslında insanlardan oluşan
topluma ayna tutuyor. Bugüne kadar idrakimize yerleştirilmiş olan “insanlar
iyidir” genellemesini tarumar ettiği için olsa gerek herkes tarafından anti-hümanizm
propagandası olarak nitelendirilmiş. Öte yandan filmi “Amerika’yı eleştiriyor
be helal olsun yönetmene” şeklinde yorumlayanlara elimden kabul edersiniz ki
gülüp geçmekten başka bir şey gelmiyor. Hoş Saving Private
Ryan filminin başında ve sonunda dalgalanan ABD bayrakları
nedeniyle “bu film baştan aşağı amerikan propagandası yeaa” diyen zihni ishal
geçirmişlerin filmi başka şekilde anlamasını beklemek de hata olsa gerek. Filmi
bu iki pencere dışından izlerseniz eminim siz de filme ilmek ilmek işlenmiş
metafor zenginliği nedeniyle filmden büyük bir haz alacaksınız ki zaten bu
yazıyı hiç atlamadan buraya kadar okuduysanız uzun yazı yazma konusunda çok
fena bir üşengeçliği olan yazıf sahibine bile bunu yazdırabilecek bir filmi
indirmeye çoktan başlamışsınızdır demektir. Ee bu durumda haliyle bana da iyi
seyirler dilemekten başka bir şey kalmıyor o zaman.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder