29 Ağustos 2011 Pazartesi

Ta'm e guilass


Zamanında ünlü bir düşünüre sorarlar, “efendim, öldüğünüzde cesedinizi ne yapalım?” Düşünürün verdiği cevap ise şudur; “ben o zaman, cennette viskimi yudumluyor olacağım, ne yaparsanız yapın.”

Filmde ise Bedii Bey cesedine karşı bu kadar vurdumduymaz değildir. İntihar etmeyi düşünür ama öldükten sonra, cesedinin açıkta kalmasını istemez. Toz ve topraktan başka bir şey bulunmayan bir yerde, bir ağacın yanına kendine göre mezar kazar, intiharı burada edecektir ama öldükten sonra üzerinin örtülmesini ister. Bu yüzden Range Rover’ı ile yola düşer ve bu işi yapacak birilerini aramaya başlar.

Varoluş sancıları, yaşama duyulan tiksintinin, ölüm korkularına baskın gelmesiyle başlar. Hayatı Allah’ın verdiğine ve uygun gördüğünde onu alacağına inanırsın, fakat insanın devam edemeyeceği bir an gelir, tükenmiştir ve harekete geçmek için Allah’ı bekleyemez. O yüzden kendisi, harekete geçmeye karar verir. O an, ‘intihar’ın adlandırıldığı zamandır. O zaman ‘intihar’ sözcüğünün, sadece sözlüklere konulsun diye bulunmadığını kavrarsın.

Ölüm-yaşam karşıtlığını sembollerle anlatılmış, hem ölüm hem de yaşam filmde anlamsızlaştırılmıştır. Her şey bir hiç’liğin içerisinde sürüp gitmektedir. Tüm bunların içinde bizim için dayanılması zor bir dünyayı dayanılabilir kılabilmeye hizmet eden şeyler vardır. Eğer bunlarda size bir yol göstermiyorsa, yaşamanın bir anlamı kalmaz. Mutsuz olmak günahtır ve mutsuz olup başkalarını incitmek de.

Tüm bunlara rağmen ilginç bir son bizi beklemektedir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder