Milyonlarca kadının hayalini kurduğu türden bir ev, herkesin
sahip olmak isteyebileceği, uslu, aklı başında çocuklar ve karısını seven,
anlayışlı sayılabilecek bir koca. Dışarıdan bakıldığında mutlu denilebilecek
bir ortam. Ancak bir şeyler ters gitmektedir.
Mabel, bir ev kadınıdır ve ondan yapılması beklenen şeyler
vardır. Ancak Mabel için durum çok farklıdır. Çevresindekiler onun bu
durumundan şaşkındırlar ve ne yapacaklarını bilemezler. Mabel çocuklarıyla
çocuk olmayı başarır ama maalesef çevresindekilere de bir çocuk gibi davranmaya
devam etmesi içinde bulunduğu durumun basit bir örneğidir. İlk bakışta Mabel’in
bu durumu, kadınları ev işlerine ve çocukların bakımına mahkum eden bir düzen
eleştirisi, bir feminist hal olarak görülebilir. Ancak filmin farklı bir boyutu
vardır, o da karısının bu durumuna bir türlü bir çözüm bulamayan Nick’in
ruhet-i haliyesidir.
Nick ve çevresi sürekli Mabel’in içinde bulunduğu durum için
çözüm arayışındadır. Filmin başındaki Mabel, belki yaşadığı zorluklardan dolayı
dengesi yitirmiş olabilir, ancak onun bu hali, çevresinden gelen müdahaleler ve
duyulan endişelerden sonra daha travmatik sonuçlar doğurmaya başlamıştır. En
sonunda Nick, karısını bir psikiyatri kliniğine gönderir ve ‘iyileşmiş’ bir
şekilde döneceğinden emindir. Gerçektende Mabel geri döndüğünde daha durgundur.
Ancak bu durgunluk onun iyileştiğinden değil yorgun düşmesinden
kaynaklanmaktadır.
Gena Rowlands, Mabel karakteri ile en başarılı kadın
karakterlerden birine imza atmıştır. Birçok kadın oyuncunun yetişemeyeceği
düzeyde başarılı bir oyun çıkartan Rowlands’a, erkek seyircilerin –ve benimde-
oldukça sevdiği Peter Falk her zamanki sevimliliği ile eşlik etmiştir. Bu iki
başarılı oyuncuya doğaçlama şansı veren ve Bergman’ın Cries & Whispers’ına
benzer bir atmosfer yaratan yönetmen John Cassavetes da başarılı bir iş
çıkarmıştır.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder