Öncelikle Don DeLillo hakkında biraz konuşmak istiyorum. İlk
kez Christophe Honore’nin Ma Mere filminde bir karakterin elinde Body Art
kitabını okuduğunu gördüğümde, dikkatimi çekmişti. Daha sonra bu filmi
izlediğimde, artık DeLillo okumanın zamanı geldi dedim. Cosmopolis şimdilik
DeLillo’nun okuduğum tek kitabı olsa da, kısa zamanda Body Art’ı da okuyacağım.
Çünkü bu kitabı okumam için artık daha fazla neden var. 2014 yılı içinde filmi
yapılacak kitabın, yönetmenliğini Luca Guadagnino üstlenecek. Oyuncu kadrosunda
ise imdb’ye göre “şimdilik” David Cronenberg, Sigourney Weaver, Isabelle
Huppert ve Denis Lavant bulunuyor.
Geçelim filme. Cronenberg’in sinema kariyerini, 2005 öncesi
ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. Cronenberg hayranları, onun eski tarzına
dönmesini istiyorlar. Bende Cronenberg’in eski tarz filmleri özleyenlerdenim
ama 2005 sonrası filmleri de sevdiğimi söylemem gerek.
"Dünyada bir hortlak kol geziyor, kapitalizmin hortlağı"
DeLillo’nun 2003 yılında kaleme aldığı kitabını, 2012
yılında sinemaya uyarlanmasının nedeni sanırım, 2008 yılında yaşanan ABD
çıkışlı Küresel Ekonomik Kriz. Bu da kitabın güncelliğini hala koruduğunu ve
DeLillo’nun ileri görüşlülüğünü yansıtıyor. Kitapta yaşananlar 2000 yılının bir
Nisan günü Manhattan’da geçiyor. Ancak filmde yaşananların - Manhattan’dan referanslar olsa da - tam olarak ne zaman olduğuna
dair kesin bilgi yok. Yine de filmde yaşananların günümüze yakın bir dönemde
olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Wall Street de yaşanan isyanlara benzer
olayların, filmde de görülmesi bunun bir göstergesi. Diğer güçlü bir gösterge
ise kitapta Yen olarak geçen para biriminin filmde Yuan olarak geçmesi. Bunun
nedenini yazının ilerleyen bölümlerinde açıklayacağım. Filmin dispotik bir havası
olduğunu da söyleyebilirim. Aslında Cronenberg, en iyi yaptığı işi yaparak bir
distopik roman uyarlaması çekmiş. Bu nedenle, Cronenberg’in bu filmiyle beraber
eski tarzına dönüş sinyalleri verdiği söylense de, kısa zamanda bunun gerçekleşeceğini
düşünmüyorum.
Kitap bir çok metaforu içinde barındırıyor. Bu yüzden farklı
okumalara açık. Cronenberg kitabın ruhunu olduğu gibi filme aktarmış. Zaten
film teklifi geldikten sonra, 6 gün içinde senaryoyu yazdığını söylüyor. Metaforların
fazlalığı kitabı okumayı zevkli hale getirse de, film için, çoğunluk
açısından izlemesi zor bir seyirlik yaratıyor. Bu da yaygın sinema dilinin
aksine yapı oluşturuyor.
"Para zamanı yaratır. Eskiden bunun tersiydi. Saat zamanı,
kapitalizmin yükselişini hızlandırdı. İnsanlar sonsuzluk hakkında
düşünmeyi bıraktılar. Emeği daha etkili kullanarak saatlere, ölçülebilir
saatlere, insanoğlunun saatlerine yoğunlaştılar."
Eric Parker için hareketli bir gün. O bir milyarder ve
limuzininde oturmuş Manhattan’ın sokaklarından geçiyor. Filmin iki ana
karakterini Eric Parker ve limuzini üstleniyor. Kısa bir süre önce büyük bir
mirasa konmuş bir kadınla evlenen Eric, zeki ve hayranlık duyulacak biri. Onu
alt eden tek şey ise uyku. Bunun dışında, her şeye sahip bir adam Eric. Öyle
ki, öldüğünde sonu gelen o olmayacaktı, dünyanın sonu gelecekti. Böylece, Eric
ile ABD arasında rahatlıkla bir ilişki kurabiliriz. Uyuyamamanın getirdiği ne
yapacağını bilmemezlik ile düşüncelere dalan Eric, sonunda saçını kestirmeye
karar verir.
Yakınında onlarca berber varken, o şehrin diğer ucundaki bir
berberde bunu yaptırmak ister. Ancak o sırada devlet başkanı da oralarda ve
trafik tamamen durmuş durumda. Bu yüzden, Eric beklediğinden daha geç
istediğine erişecektir. Evinden, berber dükkanına yapacağı bu yolculukta ise
onu bir çok olay beklemektedir.

Gerçeğin bilgide, bilginin içindeki matematikte olduğuna
inan Eric, bunu en rahat uyguladığı alan olan ekonominin parametreleri ile genç
yaştan beri iç içedir. Sayısal değerleri algılamadaki bu zekası onu kısa sürede
multi-milyoner haline getirmiştir. Ancak büyük paralar borçlanarak yatırım
yaptığı Yuan onu yanıltacaktır. Bilgiyi kutsal bir değer olarak gören
kahramanımız, her şeyi bilmek ve kontrol altında tutmak ister. Ancak Yuan’ın
hareketlerini öngörememesi dünyasının değişeceğini gösteren ilk işarettir. Yol
boyunca sürekli Yuan’ın düşeceğini iddia etmesine rağmen Yuan sürekli
yükselmektedir. Burada yazının başında ABD’ye benzettiğimiz Eric ile Çin ulusal
parası Yuan arasında bir ilişki kurabiliriz. Kitapta Yen olarak geçen para
birimi, filmde Yuan olarak geçiyor. Geçen küresel kriz boyunca Yuan’ın değerini
düşük tutarak, ihracat değerlerini sürekli artıran ve büyüyen bir Çin politikası
görüyoruz. Filmde ise Yuan’ı bir para birimi olarak değil Çin’in kendisi olarak
görmek daha mantıklı. Bu temsil filmde, son yıllarda ABD’nin artık daha fazla
yükselemez dediği Çin’in sürekli bir yükseliş trendinde olması ve ABD’den dünya
liderliği alma yönündeki tehdidi olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer bir Eric ve ABD benzeşmesini, Eric’in en sadık dostu
olan koruması Torval’ı öldürmesi ile yapabiliriz. Limuzini ile gezen Eric, yol
boyunca hep bir tehdit altındadır. Hemen kapısının yanında protestolar
yaşanmakta ve sürekli bir ölme/öldürme çelişkisi içinde gidip gelmektedir. Son
yıllarda iyice kesinleşen, terörü sürekli yakasında hisseden, en sadık dostunu
gözünü kırpmadan öldürebilen, kendisini en büyük olarak gören ve bu yolda kendine
ve çevresindekilere zarar vermekten çekinemeyen bir ABD portresi tıpkı Eric
karakteri gibi.
Erken yaşta gelen zenginlik, kırk sekiz odalı bir ev ve
içinde her şey olan limuzin. Tüm istediklerine sahip olsa da bunlar, Eric’e
yaşadığını hissettirmez. Yolculuk boyunca onu hayata bağlayacak bir şeyler arar
durur. Yaşadığı hissetmek için kendine bile zarar verebilecek hale gelir. Sonunda,
Yuan’ı anlayamaması ile başlayan düşüşten sonra kendini kaosun ortasına
atmaktan çekinmez. Kravatıyla başlayıp ceketini kaybetmesine doğru giden bu
düşüş, en nihayetinde onu çırılçıplak bırakacak noktaya kadar ulaşıyor.
"Kapitalizm ne üretir, biliyor musun? Marx ve Engels'e göre?"
"Kendi mezar kazıcılarını," dedi Eric.
"Ama bunlar o mezar kazıcılar değil. Bu, serbest piyasanın ta kendisi. Bu insanlar piyasanın yarattığı bir fantezi. Piyasanın dışında var olmuyorlar. Buranın dışına çıkabilmek için gidebilecekleri bir yer yok. Dışarı da yok zaten."
Polonyalı şair Zbigniew Herbert’in “Bir sıçan para birimine
dönüştü” dizesiyle başlayan romanda, postmodern varoluşun temel simgesi olan
kapitalizm de epeyce yer ediniyor. Kapitalist sistemde en tepede yer alan Eric
ile limuzinin dışındaki ‘sıçanlar’ arasında kalın zırhlı siyah camlar var. Mesele
paranın değil, insanın sıçana dönüşmesidir. Kapitalizm insanı sıçanlaştırmakta.
Esas sorun ise sıçanlaşanların bunun farkında olması ve bununla yüzleşememe
meselesi. Filmin final sekansında ise bu iyice pekiştirilmektedir. İş gücünü oluşturan
insanlar sıçanlaşırken, sermaye sahibi, parayı kontrol eden zenginler ise
duygusuzlaşıyor; insanlıktan uzaklaşıyor. İşte Eric’in trajedisi de bu; acı
çekerek, bedenini deforme ederek insan olduğunu hatırlamak. Eric’in bu arzusu
belki de kendi sonunu bile kabullenmesine yol açıyor ki; var olmak için yok
olmayı seçiyor.
Final sekansında ortaya çıkan esas sıçanımızın söylediği “Beni
iyileştirmeni istemiştim, beni kurtarmanı istemiştim” sözleri bunu destekliyor.
Burada sıçanımız karşımıza, kapitalizme karşı olan biri gidi değil, aksine hiçbir
şekilde sisteme eklemlenemeyen ve sistemi çürümüş buluyor oluşundan çok
sistemin bir parçası olamadığı için ona öfke duyan biri olarak çıkıyor. Hayalini
kurduğu, hayranı olduğu adamın, onu kurtaracağını beklerken, tam tersine onu
karşısında dağılmış olarak buluyor.
"Anarşistlerin daima inandıkları, yıkım dürtüsü, yaratıcı bir dürtüdür. Bu aynı zamanda kapitalist düşünceye de damgasını vurmuştur. Yıkım mecburiyeti. Eski sanayiler acımasızca yok edilmeli. Yeni pazarlar zorla ele geçirilmeli. Eski pazarlar yeniden sömürülmeli. Geçmişi yık, geleceği yap."
Ancak bu bize, Karl Marx’ın söylediği, bütün sınıflı
toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel
dinamikler barındırdığını göstermez. Tam tersine burada karşımıza çıkan teori Joseph
A. Schumpeter’in Yaratıcı Yıkım görüşüdür. Kapitalizmin dinamiklerine ayak
uyduramayanlar, elinde sonunda sistem tarafından yok edilecektir. Eric
karakteri aslında günümüz modern toplumu için tipik bir ‘kazanan’ prototipi.
Finans sektörü başta olmak üzere, bir çok sektörde bu tarz yüzlerce insanla
karşılaşıyoruz. Zaten bu tarz biri olamadığınız durumda, sistemde barınmanız
mümkün değil. Eric her ne kadar kapitalizmin önemli bir figürü olsa da sistem
onu da yok etmekte sorun görmez. Çünkü arkasından her an yenileri gelmektedir.
Birazda oyuncular hakkında konuşalım. Robert Pattinson filmin
başından sonuna kadar, ekrandan bir an olsun kaybolmuyor. Aslında karakteri
gereği doğru bir seçim olmuş. Twilight serisinde bir vampiri canlandıran
Pattinson, Cosmopolis’te de vampire benzeyen, duygusuz herhangi bir haz
almaktan uzak bir karakteri canlandırıyor. Cronenberg’e göre bu tamamen tesadüf
olsa da çağrışımdan kaçınmak imkânsız. Çünkü yine Cronenberg, Eric’in filmde
vaktinin büyük kısmını geçirdiği limuzinini, bir tabut olarak niteliyor.
Vampirlerin gündüzleri tabutta uyudukları düşünülünce, bağlantı daha da güçleniyor.
Robert Pattinson’ın Twilight serisinden gelen şöhreti
nedeniyle sevmeyeni çok. Ancak bu filmde beklenenden çok daha iyi performans
sergilediği bir gerçek. Cronenberg, Little Ashes ve Remember Me filmlerini
izledikten sonra Pattinson’a teklif götürdüğünü söylüyor. Özellikle Little
Ashes filminde gerçekleştirdi Salvador Dali portresi aslında onun iyi bir
oyuncu olduğunun göstergesi. Twilight serisi ile paraya doyan Pattinson’ın da,
popüler kültüre yönelik Hollywood yapımları yerine, biraz daha kendini geliştirecek
projelerde yer almasında onun adına da yarar var. Zaten sıradaki Cronenberg
filminde olmak üzere Werner Herzog’ın yeni filmde de yer alacak olması bu yönde
ilerleyeceğinin belirtileri.
Paul Giamatti yine harika bir performans sergiliyor. Kısa
bir rolü olan Juliette Binoche’u görmekte mümkün filmde. Özellikle Sarah Gadon
olmak üzere, Kevin Durand, Mathieu Amalric kitaptaki karakterlere çok yakın. Kısaca
Cronenberg’in kitaptaki karakterlere neredeyse birebir uyan oyuncular bulduğunu
söyleyebilirim.
Filmde dikkat çeken bir diğer nokta ise, Salinger’in The Catcher
in the Rye kitabında Holden’in göller donunca içindeki ördeklerin nereye
gittiğini merak etmesi gibi, Eric de şehirdeki tüm limuzinlerin gece nereye
park edildiğini merak etmekte. Cevabı ise Cosmopolis’in, Altın Palmiye’ye aday
olduğu seneki rakiplerinden olan Carax’ın Holy Motors filminde.
Ayrıca filmin sonunda ne olduğunu merak edenler, kitabı
okuduklarında cevabı bulacaklardır.
Cronenberg’in,
The Fly filmi üzerine yazdığım bir kritiği de
buradan okuyabilirsiniz.
Don DeLillo'nun sözlerini K'naan ile birlikte yazdığı, Mecca şarkısı filmin arkasında bıraktığı güzel şeylerden biri. Dinlemek için
buraya bir tık.